Wednesday
cezve fokurdamaktan âmir.
Friday
Sunday
tol.
çünkü sıkıntı öldürür. ve ama sıkıntı öldürüyor. acı ve öfke değil, ama sıkıntı öldürüyor. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor çünkü. tatil çoğulluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak öldürüyor. sıkıntı davet ediyor, açıyor. acı ortak olmayanı defediyor, kapatıyor. sıkıntı çözüyor, öfke bağlıyor. sıkıntı plan program demek çünkü. program yazlıklara savuruyor, sayfiyelere, yumuşak içkilere, pahalı yemeklere yol açarak çözüyor. acı kendi yasasını durmadan fısıldıyor, öfke hatırlatıyor oysa: dağılmayın, unutmayın, yetinin, oturun oturduğunuz yerde. ama sıkıntı savuruyor, parçalıyor, gebertiyor. sıkıntı kutlamalar, şenlikler istiyor çünkü. sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha diyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor. acı ve öfke korkuyu yeniyor, sıkıntı okşuyor. sıkıntı arzuyu kaşıyor, acı ve öfke terbiye ediyor. acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor.
Wednesday
mary and max.
Dear Mary,
The hurt felt like when I accidentally stapled my lips together.
You are my only friend.
Max Jerry Horowitz.
after finishing his final can of condensed milk.
He smelt like liquorice and old books, Mary thought to herself,
as tears rolled from her eyes, the colour of muddy puddles.
üvercinka.
dicle kıyılarına tiren varınca
büyük bir gökyüzü git allahım git
genel olarak önce kaşları görünür
sonra bütünsüz uykuları kaşla göz arasında
yanaklarında çıban izi taşıyan kadınlar
gül kurusu
bir gün sizin de yolunuz düşer memlekete
siz de görürsünüz bunları kadınlarda
ödevleri yenilmek olan hep
bıçakla kemik arasında
susmakla ağlamak arasında
yenilmek
kadınlar
san.
Saturday
Tuesday
ölüm ve çerçeveler.
monna rosa.
Wednesday
marla singer.
beni itin götüne soktular seni podyumlara
akşam haberlerinin hemen ardından
televizyonlara çıkardılar tiramisu’m, ekşi sözlüm, sarışınım
şimdi ben sahneye değen topuğunu mu, boka basan, altın tozlum
ipek çarşaflara dolanıduran topuğunu mu, kırmızı şelalelere değen
dikenlere sürtünüp geçen topuğunu mu, cam kırıklarıyla çizilen
fransız şarabına bulananı mı, kul niyetine minare
aşk niyetine menilere, avrolara sektörde hız kazanalım diye
ben şimdi çatlak topuğunu mu, pürüzsüzü mü, ben şimdi
hangisini tatsam dilim sürçmez, dilim ağrımaz, dilim acımaz
çünkü beni itin götüne soktular, seni podyumlara;
oysa son sürat bir kazıklı voyvoda duruyordu aramızda.
dört nesil birden geçti doğduğum günden beri
bir tek kanatlı hayvan konmadı tenasül organıma.
tiramisu’m, sarışınım, sağ çenendeki beni
bir divan şairi gibi abartayım isterim
el pençe divan bir kukla müridi gibi
saz çalayım, söz edeyim, vurmalı çalgılarla
fırdolanayım isterim eteğinin etrafında
ama susmanın erdem olduğunu öğretti büyüklerim bana.
büyüklerim dediğim bir che, bir deniz, bir de maria puder
gerisini ben affetsem tarih siler.
belki bir de marla singer.
Tuesday
serseri.
kadınım! arkama döndüm ve baktım
göğüslerimde emzirdiğim gençlik dirileşmiş
sütü kesilen asiliğim hayatla birleşmiş
korkma! dilimde bütün haylazlığım
büyüdüğümü sevişirken anlıyorum
yoksa inan hala sokakların oyun hırsızıyım
en berbat ayrılığın mektubunu da okudu yüreğim
ama bana sevda gerek
avuçlarımı öp
dudaklarından geçip gözlerine güleceğim