Monday

deplasmanda plasebo.



allah’ım kaderimde anarşi ve protesto
antidepresanlar ve içi boş bir gardırop
ne de çok yer kaplıyor mesela al pacino
yardımın gerekiyor kadıköy’deyim stop.

allah’ım kaderim bu sentimental ambargo:
alternatif referans potansiyel salvo yok,
sadece klostrofobi, hicran türbülans ve şok;
cariyeler çekilmiş yeraltına cumburlop.

allah’ım kaderimi sen yazdın sen bilirsin
kalbim oyuncak mı ne, ne kolay kırılıyor?
“deplasmandır bu dünya” diyor albino şeyhim
plasebo yutturuyor bana depresif doktor.



Sunday

pantolonlu bulut.



pelteleşmiş beyninizde
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi

hayal kuran düşüncenizi
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli

tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda
dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı
yirmi iki yaşında

çıtkırıldımlar!
kemana yatırırsınız aşkı siz
kabalar, onu trampete yükler.
fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi
öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar

çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı

sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını

ister misiniz
ten kudurtsun beni

- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu

inanmıyorum çiçekli nice diye bir yerin var olduğuna
benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da

Friday

düş.


Ben düşkün değilim. Ben düşkünlüğün kendisiyim.
Bu varyeteyi, bu esrarlı yolda sürdüreyim diye açığa vurduğum düşkünlüğün.

Görüp göreceğin her bir düşkünlük ve her bir kafa benim asıl. Ebediyen kafayım ve müptelayım. Burda kafa derken gözünüzde iyi-kötü bir şey canlansın maiyetinde diyorum. Devamını siz getirin. Hakikat benim ve müptelayım-o-hakikate. Önüme döküntü bir duvar ve bir çöp tenekesi koyun, allahıma, ölene dek kılımı kıpırdatmadan oracıkta otururum. Duvar benim çünkü, teneke benim. Bana yalnızca, orda oturup duvara ve çöp tenekesine bakacak biri gerekir. Buyur edecek bir insan evladı yani. Ben hiçbir şeye bakamam. Körüm. Hiçbir yerde de oturamam. Üstüne kıçımı koyacağım bir şey yok.

Dur, hazır ağzımı açmışken şu malın gözü aleyhtarlarıma da iki çift laf edeyim. İnsan soyundan nefret ettiğimin aslı yoktur. Ben sadece, insanoğlundan haz etmiyorum. Hayvanlardan haz etmiyorum. Nefret değil hissettiğim. Şu tadına doyamadığınız laf salatanıza dalarsak en makul sözcük midemi kaldırıyor olabilir. Yine de insan bedeninde ve -niyle yaşamaya mecburum.

Asla katlanamayacağınız bir hadiseye eyvallah diyeceksiniz. Olayı şöyle netleştirelim: üzerinde haşaratların yaşadığı bir gezegene düştüğünüzü hesap edin. Körsünüz. Keşsiniz. Allem edip kallem edip, haşaratlara esrarlı şeyler getirtmeyi başarmışsınız. Binlerce sene orda, onlarla yaşamış olsanız da, haşere köleleriniz halen daha, içten içe midenizi kaldırıyor. Ne zaman bir yerinize değseler aynı hisse boğuluyorsunuz.

Ben de insan kölelerim için tam tamına böyle hisler besliyorum işte. Beş yüz bin bilmem kaç yıl önce teşrif ettiğim bu yere ayak bastığım andan beri aklıma takılan tek bir şey var. Sizin insanlık tarihi dediğiniz şey, benim kaçış planımın başlangıcına dayanıyor.

Sevilmeye lüzum yok.

Affedilmeye lüzum yok.

Benim defolup gitmem lazım burdan.